Günümüz dünyasında teknoloji ve modern yaşamın getirdiği değişiklikler, birçok geleneksel mesleği etkisi altına alarak unutulmalarına neden oldu. Birçok insan artık geçmişin uzantısı olan bu mesleklerle ilgilenmiyor, çünkü değişen yaşam standartları ve maddi kazanç beklentileri, geleneksel işlerin cazibesini azaltmış durumda. İşte bu durumun en somut örneği, kentin en eski ustalarından birinin son temsilcisi olmasıyla dikkat çeken Ahmet Yılmaz'ın hikayesidir. 70 yaşındaki Yılmaz, ata mesleği olan el yapımı sandal üretiminde yıllardır süren ustalığını kaybetmekte olan bir sanatı yaşatmaya çalışıyor.
Ahmet Yılmaz, çocukluğundan beri 40 yıl boyunca kendini bu zanaata adamış bir ustadır. Genç yaşlarda babasından öğrendiği tekniklerle başladığı bu yolculuk, ona birçok zorluk ve başarı getirdi. Ancak zamanla, el yapımı ürünlere olan ilgi azalmaya başladı. Günümüzde fabrikasyon ürünlerin her köşe başında karşımıza çıkması, el emeğiyle yapılan eserlerin kıymetini düşürdü. Yılmaz, aslında bu mesleğin sadece bir iş değil, bir yaşam biçimi olduğunu savunuyor. Her bir sandal üretimi sırasında, doğanın ve ahşabın sesiyle iç içe olduklarını belirtirken, "Sanatımın ruhunu kaybetmemek için elimden geleni yapıyorum" diyor.
Çalışma sürecinde Yılmaz, yalnızca ahşap parçalarıyla değil; tasarımları, renkleri ve dokuları ile de oyuncak gibi oynuyor. Kalitesiz, seri üretim figürlerin yanında, el yapımı ürünlerin farkı ellerdeki ruh ve ustalığıdır. Yılmaz, tezgahında atölyesinin kapısından giren her misafire hikâyeler anlatıyor. Her sandalın hikâyesi ve kişiliği olduğunu savunarak, her biri için aynı özenle çalışıyor. Ancak genç kuşakların bu mesleğe ilgisi giderek azalıyor. Buna gerekçe olarak birçok genç, daha kazançlı işler arıyorken, geleneksel mesleklerin onlara sunduğu finansal kazancın yetersiz kaldığını düşünüyor. Yılmaz, bunun çok üzücü bir durum olduğunu belirtiyor.
Yılmaz’ın çalıştığı atölye, sadece bir üretim yeri değil, aynı zamanda bir bilgi aktarımı ve kültürel mirasın devamını sağlamaya çalışan bir mekân. Ancak, işin geleceği karanlık görünüyor. Yılmaz, “Beni izlemeye gelen çocukları çok seviyorum ama onların bu mesleği devam ettireceğini düşünmüyorum” diyerek içini döküyor. Franz Kafka’nın dediği gibi, “Herkes kendi dünyasını yaratma çabasında.” Ancak bu dünya, birçoğunun el emeklerinin ve geçmişin getirdiği değerin kaybolduğu bir gelecek olabilir.
Peki, kaybolmaya yüz tutmuş bu meslekler nasıl kurtarılabilir? Yılmaz’ın önerilerinden biri, yerel yönetimlerin ve sivil toplum kuruluşlarının el yapımı ürünlere yönelik farkındalık oluşturması ve destek vermesidir. Yılmaz, bu tür organizasyonların kendi sanatlarına değer vermelerine ve onlara bu değerle yetiştirebilecek projeler geliştirmeleri gerektiğini belirtiyor. Ayrıca, geleneksel zanaatların okullarda daha fazla yer alarak genç nesillere öğretilmesi gerektiğine inanıyor.
Son yıllarda, geleneksel zanaat ve sanatlarla ilgili bazı organizasyonlar, bu gelenekleri yaşatmak için atölyeler ve kurslar düzenlemeye başladılar. Yılmaz da bu tür etkinliklere katılarak bilgi ve deneyim paylaşımında bulunuyor. "Birçok genç, bu tür faaliyetlere katılınca ne kadar güzel bir şey yaptıkları ve geçmişten ne kadar şey öğrendikleri konusunda da daha fazla farkındalık kazanıyorlar" diyor. Bu tür girişimlerin, hem geleneksel zanaatları yaşatmaya hem de gençlerin bu alana olan ilgisini artırmaya yardımcı olabileceğine inanıyor.
Yılmaz, geleneksel sandal yapımının sadece bir meslek değil; aynı zamanda bir yaşam sanatı ve kültürü olduğunu vurguluyor. Her bir sandalı yaparken yaşadığı heyecan ve mutluluk, onun bu mesleğe olan aşkını bir kez daha gözler önüne seriyor. Hatıralarının, geçmişin taşlarını ıslatan günlerde atölyesinde geçirdiği zamanların geri gelmeyeceğini biliyor. Ancak yine de, el emeği ve göz nuru olan her bir sandalı, geleceğe bir miras bırakmak için yapmaya devam ediyor. Bu mirasın devamı ise, gençlerin bu mesleğe olan sevgisiyle mümkün. Ancak bunun için önce, geleneksel mesleklerin ve sanatların gerçekten değerli olduğu hatırlanmalı. Aksi takdirde, Ahmet Yılmaz gibi son temsilcilerin artık bir araya gelemeyeceği ve gidenlerin geri gelmeyeceği bir dünya ile baş başa kalacağız.